top of page

Denizci'nin Gizemli Hikayesi

  • Yazarın fotoğrafı: Doga Tiryaki
    Doga Tiryaki
  • 24 Eyl 2024
  • 7 dakikada okunur

Sarpen gemiye çağırılalı tam 3 gün olmuştu. Çıkacakları uzun yolculuk öncesinde son kontrollerini tamamlamak için bu günleri makine dairesinde geçirmişti. Okuldan mezun olur olmaz yük gemilerinde makinist olarak çalışmaya başlamış ve şehrin kaosundan uzak bambaşka bir yaşantı seçmişti kendine. Denizde olmak, onu keşfetmek demekti ve çıktığı her yolculuk açlığını körükleyen başka bir kapı aralıyordu.



Karadaki son gününde işbaşı yapmak üzere gemiye bindiğinde bu sefer bavulunu yerleştirmek üzere önce kamarasına gitti. Uzun yolculuklarında sığınağı olan bu küçük oda, hem yoldaşı hem de zaman zaman gardiyanı gibiydi. Gemiye has, biraz rutubet, deniz ve metal karışımı bir kokusu vardı. Gözü bir önceki yolculuktan kalan birkaç yudum viskiye kaydı. Dolabından aldığı tozlu bardağı şöyle bir çalkalayıp bir kadeh doldurdu. Genzini yakan bir yudum alıp tıka basa dizdiği tek raflık kütüphanesinden rastgele bir kitap seçti. Geçmiş denizcilere ait hikayelerle dolu kitapları yalnız yolculuklarının kadim dostlarıydı…


Kitaba dalıp gittiği sırada yapılan anonsla birlikte arkadaşlarının yanına güverteye çıktı. Bu sessiz selam sırasında gemi 4 ay sürecek yolculuğu için demir aldı ve harekete etti. Birkaç durakta karaya çıkma fırsatları olacaktı ancak bunun dışında denizde kalacaklardı.

Güvertede o tanıdık yüklerinden kurtulmuşluk duygusu içini yeniden kapladı. Karada geçirdiği günlerinde bir kadına aşık olmuş ve denizden vazgeçmeyi düşünmüştü. Fakat işte yine bu gemide yine aynı kamaradaydı. Birazdan yeniden makine dairesine inecek ve geminin kalbini besleyen bu küçük organların doğru çalışıp çalışmadığını kontrol edecekti.

Böylece günlerini sessizlik, düşünceler, sabır ve otomatik yaptığı işler kapladı. Haftalar sonra ilk kez karaya vardıklarında ilk iş bir barda eğlenmeye gittiler. Yaklaşık on gün, yükleme işlemi tamamlanana kadar bu limanda demirleyeceklerdi. Gezmek ve keşfetmek için bol bol vakti olacaktı.





Bir gün pineklemek için yer ararken limanın yakınlarında yaşlı bir denizciyle tanıştı. Adam derme çatma bir birahanede birkaç akranı ile sohbet etmekle meşguldü. Sarpen’le tanışınca gençliği aklına gelmiş ve masada ona yer açmaya karar vermişti. Kadehler ilerledikçe konu kadınlar ve aşk hayatına geldi. Yaşlı denizci yalnızdı. Ömrünün büyük bir kısmını denizde, bir arayışla geçirmişti. Sarpen adamın hikayesine keşfedilmemiş yeni bir gizem bulmuş gibi zevkle eşlik etti.  Denizci, karanlık sularda karşılaştığı ve tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş bir yaratıktan bahsediyordu. Çağrısını duyanları delirten, gemileri sarp kayalıklara sürükleyen bu varlık, çok az insana yüzünü göstermiş, hatta kimi denizciler için lanetin kendisi demekti. Kimileri içinse bilgeliğin, aşkın, arzuların ve mutluluğun kaynağıydı. Denizci gençliğini onu aramaya adamıştı ve sonunda da onu bulmuştu. Bunu anlatırken sanki gizli bir şey arıyormuş gibi dikkatle elini cebine uzatarak kurcalamaya başladı, ve çok geçmeden siyah bir kese çıkardı. İçerisinde incecik gümüşi renkte bir zincir vardı. Onu avcuna alarak Sarpen’e gösterdi. Zincir bir zamanlar bu varlıklardan biriyle karşılaştığını kanıtlıyordu. Alelade bir mücevher gibi değildi zaten. En az elinde tuttuğu bira bardağı kadar ağır, cıva kadar akışkan yapıda ve neredeyse bir misina kadar inceydi.




Yaşlı denizci zorlu çabaları ardından onu yakalamayı başarmış ve belinde asılı duran gümüş zinciri koparmıştı. Bu önemliydi, çünkü bu sayede denizkızı ona saldıramamıştı. Ancak yine de bu varlığı zapt edememiş ve elinden kaçırmıştı. Yaşlı denizci sözüne devam etmek istedi fakat yüzünü, dile getiremediği bir acıyla buruşturarak sessizleşti. Zinciri keseye koydu ve cebine attı.

Sarpen sadece bu gibi hikayelerde kaybolmayı seven romantik bir denizci değildi, aynı zamanda iradesine hakim olmakta zorlanan ve gençliğinin verdiği acemi şansına güvenen iyi bir hırsızdı. Bu hikâyenin doğruluk payı olsun ya da olmasın o mücevheri istiyordu. Bu nedenle cesaret ederek vedalaşırken adamın ceketinin cebine yavaşça elini attı ve zincirin bulunduğu keseyi aldı. Hırsızdan çalmanın günahı olmazdı!


Gemi yeniden hareket ettiğinde bir sonraki limana en az 3 hafta vardı. Sarpen her akşam yemek yedikten sonra güvertenin bir köşesinde, derin suların rüzgârı, kimi zaman ayın kimi zaman yıldızların ışığı altında yaşlı denizciden çaldığı bu mücevheri inceliyordu. Gümüşü andıran ancak şimdiye kadar görmediği kristal kadar parlak bir malzemeden yapılmıştı. Eğer bu gerçekten bir denizkızına aitse pekâlâ onunla karşılaşma ihtimali de olabilirdi.

Bir gece gemi dar boğaz sayılacak bir koridordan geçerken alarmlar çalmaya başladı. Mürettebat telaşla koşturmaya ve sorunu tespit etmeye çalışıyordu. Sonunda sıkıntının pervanede olduğunu anladılar ve gemi kısa bir süre içerisinde yavaşlayıp durdu. Önce sorunu içeriden çözmeye çalıştılar fakat sonunda dalış ekibi devreye girdi ve 3 kişi yerinde müdahale etmek üzere denize indirildi. Döndüklerinde motora sıkışmış bir halat gördüklerini ve ancak gündüz gözü ile bu işi yapabileceklerini belirttiler.


Gemi, pervaneler durunca denizin ve rüzgârın uğultusu içinde sessizliğe gömüldü. İşte o gece Sarpen ilk kez onun sesini duydu. Bu ses ne bir şarkıya ne de bir insan sesine benziyordu. Daha çok bir çağrı gibi, çığlıkları derinlerden yüzeye ulaşan bir varlığın sesi gibiydi. Yarattığı duyguyu tarif etmek çok zordu. Mürettebat derin uykudaydı, güverte boş ve sessizdi. Metrelerce aşağıda denizin karanlık dalgaları arasında hiçbir şey görünmüyordu. Güvertede bir sağa bir sola sesin geldiği yöne koşuyor ancak varlığı göremiyordu. Sonunda sandallardan birini denize indirmeye ve yakından bakmaya karar verdi. Makaraları çözerken tedirgindi ancak yaşlı denizcinin sözleri aklına geliyordu. Eğer bu gerçekten de denizkızıysa zincir sayesinde ona zarar vermezdi. Eğer duyduğu başka bir yaratığın sesiyse, bu durumda sandal pek de güvenli sayılmazdı. Ancak ilk ihtimale güvenecek kadar hayalperestti.


Karanlık dalgaların arasında kürek çekerek uzaklaşırken sesi yeniden duydu. İlerideki kayaların arasından, sanki derinlerde bir mağaran geliyor gibiydi. Kürek çekerek yaklaşmaya çalıştı. Ses onu kışkırtmış, en derin arzularını körükleyen bir çağrıya dönüşmüştü. Bunun bir çeşit delilik olduğunu kabul edebilirdi…





Yorulunca bir süre dinlenmek için durdu ve bu sırada sandalın altında bir kuyruk darbesi hissetti.  Ne oluyor diye etrafına bakınırken denizin yüzeyini yırtarak geçen bir yüzgeç gördü. Korku ve kaygı onu gerçekliğe çekerken bir umut birilerini görebilmek için gemiye baktı. Bu sırada sandal bir darbe daha aldı ve kontrolsüz bir şekilde sallanmaya başladı. O anda karşısında oturan varlığı hissetti… Bu insana benzeyen suretiyle muhteşem bir yaratıktı. Eğer bir denizkızıysa kuyruğu yok olmuş ve yerini ince uzun bacaklar almıştı. Bembeyaz teni, göğüslerinin üzerinden bacaklarının arasına kadar uzanan kapkara saçları vardı. Saçlarının arasından kusursuz vücudunun kıvrımları görünüyor, dikkat çeken mercan rengi dudakları zehirli bir meyvenin rengini andırıyordu. İfadeden yoksun yüzünde tehditkar bir duruş vardı.


Konuştuğunda sanki suyun ve rüzgârın sesini duyar gibi oldu. Sarpen’e onda kendisine ait bir eşya olup olmadığını sordu. Sarpen doğrudan yanıt vermek yerine bu eşyayı niçin aradığını sorunca onun kocasına ait olduğunu ve kocası öldüğünde ondan geri almaya gideceğini söyledi.

Demek denizcinin boğazına düğümlenen sır buydu. Demek ki zincir sayesinde bu varlığı kendine bağlamayı başarmıştı. Zincir aslında bir bağlılık yemini gibiydi. Ancak yaşına dair hiçbir ipucu vermeyen görüntüsünden anladığı üzere bu ölümsüz varlık için kısacık insan ömrü hiçbir şey ifade etmiyordu.


Zinciri saklayacaktı ya da onu geri vererek sonsuza dek denizkızını kaybedecekti. Hayatında ilk kez sıradan bir denizcinin yaşayamayacağı bu muhteşem karşılaşma onun başına gelmişti. Cesareti onu tehlikeye sürükleyebilir ve hatta ölümüne sebep olabilirdi, hissedebiliyordu.

Sarpen bu sırada hızlı bir karar vermek zorunda kaldı ve sinciri cebinden çıkararak denizkızına uzattı. Bu hareket karşısında şaşıran denizkızı şüpheli gözlerle Sarpen’in elinde ışıldayan zincire baktı. Ardından almak üzere uzandığı sırada Sarpen hızlı bir hareketle elini geri çekerek gülümsedi. İşte yapmıştı! Cesaret ediyordu. “Hayatımda senin kadar güzel bir mucize ile karşılaşmadım. Fakat bu zinciri çaldığım adam gibi olmak istemiyorum. Sana sahip olduğumu varsaydığım bir hayal dünyasında boğularak yaşayamam. Sana bu zinciri geri vereceğim ancak ölmeden önce seni yeniden görmek istiyorum. Bana bunun için söz verebilir misin?” diye sordu. Bu soru üzerine gülümseyen denizkızı Sarpen’e doğru eğildi ve gözlerinin içine baktı “Denizci, sen bu arzuya yenilen ne ilk ne de son erkek olacaksın. Fakat gerçeği anlayan nadir erkeklerden biri olduğun için seni affediyorum. Eğer bana zinciri geri verirsen söz veriyorum, zamanı geldiğinde seni yeniden bulacağım.” Sarpen zamandan kastettiğinin ne olduğunu anlamasa da zinciri denizkızına geri uzattı.



Denizkızı zinciri aldı ve refleksiv bir sıçrama ile suya geri atladı. Bu sırada bacakları gümüşi renkte dev bir kuyruğa dönüştü ve karanlığın içinde dalgaların arasında birkaç sıçrama ardından kayboldu.


Sarpen aklını yitirdiğini düşündüğü anlık bir duraksama yaşayarak arkasından bakakaldığı bu doğaüstü canlının gerçekliğinden şüphe duydu. Fakat bu sırada avucunda bir sertlik hissetti. Bu sedef kaplı, ay ışığı altında parıldayan pürüzsüz bir deniz kabuğuydu. Onun küçük ağırlığı ve varlığı altında yeniden canlanan anıları Sarpen’e mutluluk verdi. Bu, ona ait bir sır olacaktı ve bir gün yeniden karşılaşana kadar onu yanından hiç ayırmayacaktı.


Yıllar geçti… Sarpen boynunda taşıdığı deniz kabuğu ile dünyanın tüm denizlerini dolaştı. Bu yolculukların hepsini kalbini denize vermiş bir adam olarak yapsa da bir gözü dalgaların arasında hep denizkızını aradı.


Sonunda bu gezilerinin onu aman vermez bir arayışa sürüklediğini hissettiğinde emekli oldu ve evlendi. Hiçbir zaman aşık olmadı ancak merhametli ve güzel bir kadınla, 1 çocuk sahibi olduğu bir yuva kurdu. Denizi terk etmedi, her sabah erkenden balık avlamak için sahildeki küçük teknesiyle açıldı.




Zaman anılarını eskitti, fakat boynundaki deniz kabuğunu hiç çıkarmadı. Artık yaşlandığında ve denize açılamayacağını anladığında Sarpen’in kalbinde derin bir boşluk oluştu. Bunu telafi etmek için torunlarıyla ve ailesiyle ilgilendi. Eşini bu zaman zarfında yeniden tanıma fırsatı buldu, torununa tekne kullanmayı öğretti ve bir gün ona deniz kabuğunun sırrını anlattı.

Yaşlılık vücuduna ağır gelip artık tekerlekli sandalyeye mahkum olduğunda yaşam katlanması zor bir hale geldi. Bu dönem kalbinde ilk kez bir çağrı duydu. Denize açılmalıydı, son bir kez dalgaların arasında yolculuk yapmak istiyordu.


Bir sonbahar akşamı torunundan onu günbatımında teknesiyle gezdirmesini istedi. Tozlu kutular arsında bekleyen çelik matarasına yaramaz bir çocuk heyecanıyla gizlice viski doldurdu ve çocukları ile bir arada olduğu keyifli bir akşam yemeği ardından heyecanla, yeniden teknesine gitti.


İşte o gün hayattan yeniden coşkuyla keyif alıyordu. Denize açılırlarken teknenin baş kısmındaki oturma yerine gitti ve iç cebinde sakladığı matarasından bir yudum aldı. Neredeyse sevinçten gözleri dolacaktı. Denizin tuzlu kokusunu içine çekti ve gün batımının renkleriyle parıldayan dalgalara baktı. Rüzgarı ve suyun sesini dinledi. Torunu onu rahatsız etmemek için dümende bekliyordu.


Bir süre sonra, güneş ufuk çizgisini yarıladığı sırada Sarpen dalgaların arasında parlayan başka bir şey gördü. Yaklaştıkça bunun suya dalıp çıkan bir kuyruk olduğunu anladı. Uzun atlayışlarla zorlanmadan suyun içerisinde süzülen bu canlı, doğrudan tekneye doğru geliyordu. Demek doğru zaman gelmişti… Torununu çağırarak ona üşüdüğünü ve kamaradan kendisine bir battaniye getirmesini söyledi.




Önünü döndüğü sırada onun varlığını duyumsadı ve omzunun üzerinden baktığında deniz kızının mermer kadar kusursuz yüzünü fark etti. Hiç değişmemiş gülümseyen ifadesini ilk kez aydınlıkta görüyordu. İnsana benzeyen suretinin altında ışıldayan doğaüstü bir güç vardı. Neredeyse cildini eritecek kadar güçlü bir ışık gibi… Denizin tonları arasında değişen gözlerinin rengi, erimiş bir mücevheri andırıyordu. Deniz kızı ona bakarak “Gitmeye hazır mısın denizci?” diye sorduğunda mutlulukla kafasını salladı. Bunun üzerine denizkızı ayağa kalktı. Sarpen o ana kadar bu varlığın boyunun ne kadar uzun olduğunu fark etmemişti.

Fazla vakit kaybetmeden ve neredeyse hiç zorlanmadan denizciyi kucağına aldı ve teknenin burnuna yöneldi. Denizci bildiği gerçekliğin sonuna geldiğini farkındaydı. Yine de denizin karanlık derinliğine bakınca kalbinde insana has ilkel bir korkunun anlık çırpınışını hisseti ve “Ölecek miyim?” diye sordu.


Bu soru üzerine gülümseyen deniz kızı “Tam aksine, seni başka bir yere götürmek için geldim.” Dedi ve denizin serin sularına atladı.

Comments


bottom of page