top of page

Alie’nin Kaynayan Kase Karışımı

  • Yazarın fotoğrafı: Doga Tiryaki
    Doga Tiryaki
  • 25 Şub 2024
  • 11 dakikada okunur

Son masal için aşağı devam et 🤩



Yoğun bir haftayı bitiriyordum. Mesleğimi severek yapsam da yetişmesi gereken işlerin stresi bazen baş edemeyeceğim seviyeye geliyordu. Fakat ekibimle uzun soluklu ve zorlugeçen bir projeyi başarılı şekilde tamamlamıştık, o cuma akşamı herkesten çok eğlenmeyi biz hak ediyorduk.


Onları en sevdiğim gece kulüplerinden birine götürmeye karar verdim. Sanırım Serona’nın hamam ritüeli beni oldukça etkilemişti. Şehirden biraz uzakta bulunan bu mekan beni en çok da atmosferi sebebiyle çekiyordu. Küçük led ampullerle bezenmiş yüksek tavanı, yıldız ve nebula desenleriyle ışıldıyordu, bu manzara minyatür bir gökyüzü kadar gerçekti. Her saat başında salonun bir köşesinden dolunay beliriyor ve yavaşça ilerleyerek diğer köşeden kayboluyordu. Ağaç ve tropikal bitkilerle dolu duvarları arasında hologram kuşlar ve bazen bir yılan veya kelebek görmek mümkündü. Doğayı taklit eden bu mekan insana mistik bir ortamda eğlenme imkanı sunuyordu.


Gecenin ilerleyen saatlerinde bara içki almak için gittiğimde onu gördüm. Karşılaşmamız ne kadar doğru bir zamandaolmuştu, hem beklediğim anda hem de tamamen tesadüfen…


Bu üçüncü tesadüf ardından kalan görüşmelerimizi artık planlamaya ve sohbet etmeye karar verdik. Hayat bizi bir araya getiriyordu ve ben yoğun duygularım nedeniyle bu niyeti zihnimde devamlı zikrediyordum.


Pazar günü uyandığımda yatakta boş boş dolanırken bir gözüm telefonumdaydı. Onunla konuşmak istiyordum. Zaten iki gündür konuşuyorduk ama her an yeni bir konuda birbirimizi tanımak için hevesimiz tükenmiyordu… Yine de bir an duraksayarak telefonda mesaj var mı diye bakmadan önce Alie’yi aramaya karar verdim.


Her Pazar günü istinasız pişirdiği simitlerden bana daayırmasını ve kahvaltı için beklemesini söyledim. Kahkaha atarak sofranın çoktan hazır olduğunu söyledi.


Güneşli bir gündü ve kar yavaşlamıştı. Alie gerçekten de sofrayı yeni hazırlamış, mis kokulu simitleri masaya dizmiş ve kahve demliyordu. Hemen masaya yerleştim ve ona kafede tanıştığım adamla son karşılaşmamızdan bahsettim. Bu sırada aklıma, bana geçen gün hediye ettiği muhteşem banyo çayı geldi. Bu inanılmaz karışımın sihirli dokunuşu hayatımdaki yeni tesadüflerin sebebiydi. Ellerim yana yana fırından yeni çıkmış simitten bir lokma almaya çalışırken bunun bir tesadüften çok daha fazlası olduğunu anlatıyordum.


O zaman bana masalın devamını dinlemeye hazır olup olmadığımı sordu. Hemen kahvemi ve tabağımı alıp kış bahçesindeki yıllanmış koltuğuma geçtim. Alie de sobayı yakmak için şöminede beklettiği közleri almaya gitti.


Sanki her aşaması benim için yaratılmış, hayatıma yeni bir heyecan getiren bu yolculuğun, yani masalın sonunda Serona’yı neyin beklediğini merakla bekliyordum. Alie kahvesinden bir yudum aldı ve anlatmaya başladı.


Ateşin başında, yıldızlarla bezeli gökyüzünün altına Serona,tüm gerçekliği ile Ezra’nın karşısına çıkarken kendinden emindi. Bu onun için çözülmesi gereken ve artık daha fazla yalnız başına taşıyamayacağı bir kalp ağrısı haline gelmişti. Ne var ki konuya nasıl gireceğini bilmediği için kıvranıyordu.


Ezra ise onun kendinden emin ifadesini ve ilişkiler konusundaki acemiliğini gördükçe hem keyif alıyor hem de bu benzersiz bir kadınla karşılaştığını için seviniyordu. Böylece bütün gece sohbet ettiler. Serona kalbindekileri tamamıyla dökemese de duygularını bir şekilde ifade ettiğine inanıyordu. Ezra ise ilgisini gizlemiyor, Serona’yı daha fazla tanımak için sorular sormaya devam ediyor ancak yine de net bir karşılık vermiyordu.


Böylece buluşma bu iki genç için de keyifle, yeni heyecanlara yelken açmış olmanın mutluluğuyla ve kalplerini ısıtan aşkla sonlandı. Serona eve döndüğünde ilk kez annesine Ezra’dan bahsetti. Mutluluktan yerine duramayan yaşlı kadın bu gelişme için tanrıya şükrediyordu. Yine de seranın sahibi yaşlı adamın bir oğlu olduğunu bilmediğine emindi. Ancak kral için çalışan Ezra’nın uzun yıllar boyunca uzaklarda görev yapmış ve evine yeni dönmüş olması pekala mümkündü.


Gece boyunca Ezra’yı düşünen Serona, bir türlü uykuya dalamayınca sonunda kalkıp çalışma odasına gitti. Gizemli müşterisinin üçüncü ve son karışımını da hazırlamak için defterlerini karıştırmaya başladı. Ateş elementi için mumları ve su elementi için de banyo çaylarını düşünmüştü, şimdi sırada havaya gelmişti.

Bu son aşama için bir kase yaratmaya karar verdi. Kaynayan kase, bulunduğu alana kokusunu yayarken aynı zamanda enerjisini de akıtacak ve müşterisi ritüelini tamamlarken onu güçlendirerek tam anlamıyla bir kapanış yapmasını sağlayacaktı.


Kaynayacak malzemeler kadar içinde bulundukları kap da çok önemliydi. Aşk gibi bir duyguyu tutkuyla taşıyacak en güçlü madde gümüş olabilirdi. Ay enerjisi taşıması ve dişilik özelliği sebebiyle bu gümüş kase, yaratacağı karışımı güçlendirecekti. Malzeme dolabından sakladığı gümüş kaselerden birini aldı. Dolunay bitmeye ve yavaş yavaş küçülmeye başladığı için onun destekleyici enerjisinden yararlanarak öncelikle kasesini temizlemeye karar verdi. Temizlik ve arındırma gibi niyetlerini mutlaka küçülen ay dönemine saklardı.

Camı açtı ve hafif serinleyen rüzgarı içine çekti. Sonra da kaseyi ay ışığına emanet etti ve bitkilerle dolu tezgahının başına geri döndü.


Önünde tam dört gün kalmıştı. Ardından zengin müşterisinin ulağı hazırladığı malzemeleri almaya gelecekti. Her şeyi zamanında hazır etmeliydi ve son karışımının da en az ilk ikisi kadar etkili olmasını gerekiyordu. Bu nedenle tüm dikkatini vererek düşünmeye başladı. Öncelikle tüm karışımlarında baz olarak kullandığı ve en sevdiği malzemeyi yani lavantayı merkeze koydu.


Bitkilerle devam etmeden evvel gül kuvartzı taşlarından biraz eklemeye karar verdi. Bu taş yoğun duyguları ve bilinçaltını temsil ediyordu. Onları da arındırmak için bir süre kasenin yanına, ay ışığı altına koydu. Taşların gücünü, iletkenliğini ve etkisini her zaman karışımlarında kullanırdı. Sonra bir an durakladı ve tezgahtaki malzemelerine baktı. Hesaplayarak ve tanımlayarak ilerlerken karışımın gücünü değil sadece niteliğini hissediyordu. Fakat kendini akışa, aslında iç güdülerine teslim ettinde içinde bambaşka bir güç uyanıyordu.Niyetine yeniden odaklandı ve aynı hamamda yaptığı gibi iç sesine güvenerek kontrolü kalbine ve ellerine bıraktı. Bitkileri, çiçekleri, metalleri, tuzları ve taşları çok iyi tanıyordu. Dolabında sakladığı her bir malzemesini özenle seçiyordu. Bu nedenle her bir malzemenin kalitesine güvenebilirdi. Geriye sadece onları doğru bir şekilde birleştirmek kalıyordu.


Önce birkaç küçük tarçın dalı, sonra da biraz kurumuş gül ve zencefil ekledi. Fakat daha özel bir malzeme eklemek istiyordu, güçlü hatırası olan ancak karışımdaki dengeyi bozmayacak bir şey…


Annesinin eski dolaplarını karıştırmaya başladı, bir çuvalın içinde yıllar evvel topladığı ve sakladığı yasemin çiçeklerini gördü. Eskiden annesi ve babasının bahçede baktıkları büyük bir yasemin sarmaşığı vardı. Bu sarmaşığı babası tüccarlık yaparken uzak topraklardan getirmiş ve annesine evlilik teklifederken hediye etmişti. Kokusunu bir sokak öteden duyuran bu eşsiz bitki bahçenin gözdesiydi ve annesi onu özenle büyütmüştü. Hala bahçenin en nadide bitkisi olan bu sarmaşığın yıllar boyunca çiçeklerini toplamış, onlardan yağ ve parfüm yapmıştı. Ancak bu çuvalın içindekiler ilk hasatınçiçekleriydi ve çok kıymetlilerdi. Serona yaseminleri deekleyerek karışımı elleriyle nazikçe karmaya başlayınca kalbinde bir şarkı uyandı. Şarkısı sesiyle ve enerjisini avuçlarıyla akıtarak karışımı güçlendirdi.


Bu sırada sabah olmaya başlamış ve ay gökyüzünden çekilmişti. Ortaya çıkan işten memnun kalan Serona, malzemelerini 3 ayrı keseye doldurdu ve gümüş kasesiyle birlikte paketledi. Sonra dinlenmek için tezgahının yanındaki koltuğa uzandı ve çok geçmeden de uykuya daldı. Kapının çaldığını duyduğunda annesi çoktan gelmiş, ilk müşterisini karşılıyordu. Gelen Ezra’ydı. Elinde büyük bir demet papatya tutuyordu.


Babasının bahçesinden mevsimin ilk hasadını getirdiğini söyledi ve içeri geçince Serona’yı gördü. Saçları ve elbisesi yapraklarla kaplanmıştı. Belli ki uykudan yeni uyanmış ve gece boyunca da çalışmıştı fakat bu ziyaret karşısında şaşkın ve mutlu görünüyordu. Yorgun olmasına rağmen hala çok güzeldi. Çiçekleri Serona’nın annesine verip koltuğa oturdu. Sohbet ederken bir yandan da odayı inceliyor ve tezgaha bakıyordu.


Annesi çiçekleri içeri götürürken belli etmeden tezgaha yanaştı ve Serona’nın hazırladığı keselerden birini alarak ortadan kayboldu. Yılların deneyimine sahip bu şifacı kadın,kızının gizemli müşterisi için hazırladığı karışımın amacını hemen anlamıştı. Bu siparişler sayesinde Ezra hayatlarına girmiş ve kızını mutlu etmişti. Şimdi sıra kapanış dokunuşunu yapmaya gelmişti ve bunu sadece kızının kendi elleriyle hazırladığı bir karışım yapabilirdi.


Bezden dikilmiş ve üzerine kırmızı iplik ile efsunlar işlenmiş kesenin kurdelesini açtı ve gümüş kaselerden birini temiz suyla doldurarak kaynamaya bıraktı. Önce Ezra’ya ve kızına birer bardak sıcak süt götürdü ve ardından odadaki şöminede küçük bir ateş yakarak mutfağa geri döndü.


Annesinin bir şeyler kaynatmasına ve dükkanda gezinmesine alışkın olan Serona, durumu normal karşılamıştı. Bir süre sonra annesi yeniden geldi ve elindeki küçük kazanı ateşin üzerine asarak onları yalnız bıraktı.


Koku gecikmeden odayı doldurdu. Gül ve lavantanın ruhu okşayan esintisi etraflarına yayıldı. Serona o zaman annesinin ne yaptığını anlayarak belli etmeden kendi kendine gülümsedi. Kalan 2 kesenin müşterisini mutlu etmeye yeteceğine emindi. Hem böylece hazırladığı karışımın etkisini de hissetmiş oluyordu.

Ezra önce pek anlamasa da bir süre sonra Serona’ya kokunun ne olduğunu sormak ihtiyacı duydu. Serona da bunun bir müşterisi için hazırladığı kapanış karışımı olduğunu söyledi. Duyguları canlandırmaya ve dengelenmeye yardımcı olmak amacıyla hazırlanmıştı.


Ezra’nın yüzündeki memnuniyeti ve hayranlığı gördü. Ardından hiç beklemediği bir konuşma gerçekleşti. Ezra Serona’nın gizemli müşterisini tanıdığını ve hazırladığı karışımları kendisinin teslim alacağını söylüyordu. Serona afallayarak bir anda sustu. Sonra şaşkınlıkla, bir ulak beklediğini belirtti ve Ezra’nın bu işle ne ilgisi olduğunu sordu. Ezra bir süre cümlelerini toparlamaya çalıştı. Kral Süleyman’ın kesin emri vardı ve kesinlikle müşterinin kendisi olduğunun bilinmesini yasaklamıştı. Fazla açıklama yapamayan ve eli kolu bağlı kalan genç adam sonunda durumu açıklamaksızın sadece ulağın kendisi olduğunu söylemekle yetindi.


Serona sarsılmıştı. Demek bu süre boyunca aslında Ezra’nın tek görevi kendisini takip etmekti. Nasıl bu kadar kör olabilmişti? Duygularını saklamak için yutkunurken sanki büyük bir lokmayı boğazından aşağı itiyormuş gibi zorlandı ve sonunda sadece gülümsemeyi başarabildi. Serona’yı incittiğini gördükçe Ezra'nın kalbi yanıyor, kıvranıyor ancak sevdiği kadının içini rahatlatacak gerçek bir açıklama sunamıyordu. Serona yanında kaldığı ve babası olarak tanıttığı adamı sorunca Ezra gözlerini yere çevirdi ve maalesef bu kasabada hiçbir akrabası olmadığını ve seranın sahibine bu iş için ödeme yaptığını söyledi.


Daha fazla tepkisiz kalamayacağını anlayan Serona, yalnız kalmak istediğine karar vererek bir an önce Ezra’ya hazırlıklarını teslim etmeye ve onu göndermeye karar verdi. Sessizce koltuktan kalktı ve tezgahının başına geçti. Tüm karışımlar için yazdığı notlarını, çayları, keseleri, kaseyi ve mumları bir çantaya doldurdu. Soğuk kanlı kalmaya çalışıyordu ama elleri titriyordu.


Bir an düşündü… Onu sürükleyen bu maceraya neye güvenerek atılmıştı? Ezra’yı daha on gündür tanıyordu, onu kendisini kandırdığı için suçlamak manasızdı fakat duyguları öyle güçlüydü ki kalbini acıtıyor ve onu üzüyordu. Kendi kendine kızdı, işte sırf bu nedenle aşık olmak istememişti. En başından biliyordu böyle olacağını!


Çanta hazır olunca Ezra tezgahın yanına geldi ve Serona’nın elini tuttu. Bakışlarında zamanın durduğu o kısa sürede Serona duygularının karşılıklı olduğunu içten içe hissetti. Ancak yapabileceği hiçbir şey yoktu, güveni sarsılmıştı ve bunun da ötesinde Ezra çok uzaklara gidecekti, efendisine dönecekti. Muhtemelen onu unutacaktı.


Ayrılmadan evvel Ezra Serona’ya küçük bir zarf uzattı ve eğer bu görevinde başarılı olabilirse özgürlüğünü kazanabileceğini söyleyebildi. Sonra da kapıyı açtı, güneşin yakmaya başladığı sokağa çıktı ve arkasına bakmadan uzaklaştı.


Özgürlük… Bu adamın özgürlüğü yaptığı karışımların başarısına bağlıydı. Her birinden emin olsa da Serona’nın gözünde ihtimaller ve buna umut bağlayarak yaşamını sürdürmek acizlikti. Bu duyguyla yaşayabileceğini düşmüyordu. Acizlik durumu onu sadece sinirlendiriyordu.


Ne kadar reddetse de bu ayrılık Serona’yı fazlasıyla yıprattı. İlk aşk deneyimi hiç de hoşuna gitmeyecek bir sonla bitmiş ve geride kırık parçalar bırakmıştı. Ertesi hafta cesaretini topladı ve Ezra’nın artık orada olmadığını bilse de seraya uğrayıp bitkilerin arasında gezindi. Gün batmak üzereydi ve orada Ezra’nın verdiği zarfı yeniden açtı. İçinde “Beni bekler misin?” yazıyordu. Bekleyecek miydi sahiden? Ya uzun sürerse veya gelmezse ne olacaktı? Bu soruya evet demek kalbinde bu acıyla yıllarca üzülmek anlamına geliyordu.


Evine döndü ve işlerine devam etti. Fazla yemek yemiyor ve erkenden yatıyordu. Annesi duruma içten içe çok üzülse de kızının üstüne gelmemeye ve acısını anlamaya çalışıyordu. Aradan geçen bir ayın ardından Serona zayıflamış ve iyice sessizleşmişti. Bazı zamanlar dükkanı annesine emanet ederek uzun yürüyüşlere çıkıyor ve saatlerce dönmüyordu. En sevdiği yerlerden biri olan zeytin bahçesine giderek yaprakların arasından akan rüzgarı dinliyor ve belki bir haber taşır ümidiyle odaklanarak gözlerini kapıyordu.


Sonunda umudunu yitirmeye ve yanından ayırmadığı küçük zarftan kurtulmaya karar verdi. Onu bir nehre atarak suyun şifalı kollarına bırakacak ve Ezra ile bağını koparacaktı. Nehir şehrin sınırları ardındaydı ve yürüyerek gidemezdi, bu nedenle babasının atını alarak sabahın erken saatlerinde yola çıktı. Çorak vadinin sessizliğinde rüzgarı arkasına aldı ve atını dörtnala koştu. Öğlene doğru bir yalak gördü ve mola verdi. Sonra gökyüzün bir alev topu gibi yanan güneşin altında,toprak yolun eriyen ve buharlaşan sonsuz çizgisine baktı. Yeniden yola çıkmak üzere hazırlanırken ufuk çizgisindekendisine yaklaşan bir karaltı gördü ve babasının her zaman eşkıyalar konusundaki uyarısını hatırlayarak en yakın tepenin arkasına saklandı.


Neyse ki atlı onu görmedi ve durmadan hızla uzaklaştı. Yola koyulan Serona bir an önce nehre varmak üzere atını sürdü. Birkaç saat ardından nehre ulaştığında yorgundu. Önce nehrin güçlü ve sükûnet içinde akan sularını izledi. Sonra cebindeki zarfa uzandı, göz yaşları içinde onu nehrin sularına bıraktı ve hızla uzaklaşıp kayboluşuna baktı. Bu ritüel şimdiye kadar gerçekleştirdiği en acı veren ve yine de en doğru hareketti. Ezra ile bağlarını kopardığını ilk kez hissetmişti. Bir süre su kenarında uzandı, ayaklarını serinliğinde dinlendirdi ve arındı. Zaman nasıl geçti, ne zaman akşam oldu fark etmemişti. Dönüş yolunda ışığı kaybedeceğini anlayarak hızlıca atına geribindi ve evine dönmek için yola koyuldu. Acele etmesi gerekiyordu, yol tekinsizdi ancak mecali kalmamıştı. Duygularının ağırlığı altında ezilmiş ve korkusunu yitirmişti.


Bu sırada Kral Süleyman Serona’dan gelen mum, çay ve karışımları almış, ritüellerine eklemişti. Ezra ise sarayda oyalanarak kendisinden haber bekliyor ve başarılı sonuçlanmasını umut ediyordu. Bu eşsiz bitkilerle bezenmiş, göllerinde kuğuların yüzdüğü bahçe, altın varaklı tavanlar ve değerli eserlerle süslenmiş geniş saray şimdi ona dar geliyordu. Neredeyse her gün atını alıp dışarıda, kalabalığın ve insanların arasında vakit geçiriyordu. Kafasındaki sesleri başka gürültülerle bastırmaya çabalıyordu.

Kral kalan ödemeyi yapması için Ezra’ya görev vermişti ve eğer Serona başarılı olursa bu onu özgür bir adam yapacak, sevdiği kadına geri dönecekti. Beklediği süre boyunca yeterince düşünen Ezra artık ne istediğinden emindi, yıllarca kralın hizmetinde çalışmış, bu sarayda büyümüş ve bolluk içinde yaşamıştı. Yine de hep biraz eksik hissetmişti, aslında Serona’yı tanıyana kadar hep aramıştı. Şimdi özgürlüğünü ve aşkını onun yeteneklerine emanet etmekten korkmuyordu. Günler haftalara haftalar aya dönüştü…


Sonunda güzel haber geldiğinde Ezra büyük bir heyecan ve sabırsızlıkla kralın huzuruna çıkmak istediğini söyledi. Kral Süleyman’ın ihtişamlı odasına daha evvel de çoğu kez girmişti ancak bu sefer ilk kez ürküyordu. Bu destansı odanın yüksek sütunları ve mermer duvarları sanki onu yutuyor, soğuk bir mezarı çağrıştırıyordu. Cesareti bu görkemli adamın yanında küçük kalıyordu. Kral onu yüzünde donuk ve düşünceli bir ifade ile karşıladı.


Çoğunlukla her şeyden haberi olurdu. Bilgeliği ona bahşeden farklı yeteneklerinin olduğu rivayet edilirdi. Tesadüflere inanmazdı ve her zaman seçimlerin hayatı yönettiğini söylerdi. Genellikle meşgul bir adamdı, kitaplar arasında saatlerini geçirir, defterlerini özenle saklar ve notlarını herkesle paylaşmazdı. Sarayda hizmetinde çalışan insanlar arkasından,sırlarını kendisiyle birlikte mezara götürecek diye konuşurlardı. Ezra içeri girdiğinde de bunun bir sürpriz olmadığı aşikardı ve hızlıca ziyaretinin sebebini sordu.


Hükümdarın karakterini de yeteneklerini de yıllar içinde fazlasıyla öğrenen Ezra doğrudan konuya girdi. Artık özgür olmak ve bir aile kurmak üzere buradan gitmek istediğini söyledi. Yanıt sessizlikti. Kralın ifadesini okumaya çalışırken daha da tedirgin oldu, önce cüretini sorgularcasına kaşlarını kaldırmış ve ardından gözlerini devirerek “Önünde iki seçenek var Ezra. Bu tamamen senin seçimin olacak, ben sadece sana anlaman adına söyleyeceğim. Serona artık seni beklemekten vaz geçti ve bu niyetini gerçekleştirmek üzere bir yola çıkacak. Yol onu en yakın nehrin kıyısına götürecek. Eğer ona yetişebilirsen dönüş yolunda karşılaşacağı eşkıyaların eline düşmeyecek ve kim bilir başına türlü kötü olaylar gelmeyecek. Ancak bunun için altınlardan vazgeçmelisin ve atının hızlı gitmesi için az yük taşımalısın.” Ezra panikle ve korku dolu gözlerle kralın huzurundan çekilmek için tam ağzını açacakken, Kral Süleyman onu susturmak üzere elini kaldırdı. Odanın diğer ucuna, yüksekten şehri sınırlarına kadar gören pencereye doğru yaklaştı ve düşünceli bir ifade ile “Elbette altınlar için geri dönebilirsin ancak seni saraya almayacaklardır ve artık benim emrimde olmadığın için sana inanmayacaklardır. Benim de görevini bu şekilde bırakan bir insana güvenmemi bekleyemezsin. Hatta bu denli hassas bilgilere sahip bir adamı özgür bırakacak olmak bence oldukça riskli.” Bu cümleler ardından susan kral önce biraz bekledi. Aralarındaki derin sessizliği şehrin uzaktan gelen uğultusu doldurdu. Sonra dönüp arkasına bakarak Ezra’nın ifadesini inceledi ve devam etti. “Hepsinin haricinde bir seçeneğin daha var elbette. Burada kalarak hem varlıklı hem de kralın hizmetinde önemli bir adam olarak çalışmaya devam edebilirsin. Burada da aile kurabilirsin.“ Bu Ezra için bir seçenek bile değildi ve kararını zaten vermişti. Eğer kral onu bırakmazsa Serona’nın acısıyla yaşayamazdı ve ölüme razıydı. Gözünü karartarak gitmek istediğini söyledi. Altınlardan vazgeçiyordu, Serona için çalışır ve o parayı yerine koymak için dişini tırnağına takardı ancak söz konusu sevdiği kadının hayatıydı ve tek hedefi bir an önce ona yetişmekti. Kral bu kararına saygı gösterdi ve altınları gidişinin karşılığı olarak düşünmesini söyledi. Ezra Kral Süleyman’ın huzurundan son kez çekilirken eğildiği yerden kafasını kaldırdı ve ilk kez ona içtenlikle bakarak teşekkür etti. Bir nefes bile beklemeden yola koyuldu. Kral Süleyman söylediklerinde asla yanılmazdı ve eğer geç kalırsa Serona’nın kaybıyla yaşayamazdı.


Ezra yolu yarıladığı sırada aslında Serona’ya yetişmişti. Ancak Serona bir tepenin ardına saklandığı için ikisi de birbirini görmemiş ve böylece ters yönlere gitmişlerdi. Annesi Ezra’yı kapıda görünce şaşırmış ve kırgın bir şekilde kızının nerede olduğunu bilmediğini söylemişti. Ancak Ezra kralın bir nehirden bahsettiğini hatırlıyordu. En yakın nehir bulunduğu noktadan en az yarım gün mesafedeydi. Yine de yılmadı vegerisin geriye dönerek atını son hızla bildiği en yakın nehre doğru sürmeye başladı. Ne kadar zamanı kaldığını bilmiyordu, Serona’ya yetişmeyi başarsa da kendisini bir daha istememe olasılığı da vardı. Diğer ihtimali düşünmek bile istemiyordu.


Gün batmaya başlarken yolu yarılamıştı ve hava kararmaya başladığında onu kaybetme korkusu artık tüm benliğini kaplamıştı. Yolda gördüğü her insanı durdurup Serona olmadığına emin olmak için bakıyordu. Sonra ufukta bir ışık hüzmesi gördü. Gittikçe yaklaşan ışık, önce bir gaz lambasına ve ardından ipek örtüsü içinde yolculuk yapan tanıdık bir simaya dönüştü. Serona Ezra’yı fark ettiğinde önce gördüğüne inanamadı ve korkuyla irkildi. Sonra bunun bir iblis veya hayal olmadığını anlayınca gözleri doldu.


İkisi de konuşmaya ihtiyaç duymadan sadece sarıldılar. Yüreklerinden acılarının ve özlemin ağırlığı bir nefeste kayboldu. Böylece bir masal yazıldı ve bir aşk yaşandı. Serona’nın karışımları insanlara şifa ve kitaplara destan oldu.


Bu masal ve karışımlar senin de kalbini doldurdu!


Alie masalını bitirince gülümseyerek bana baktı. Dilersem Serona’nın Kral Süleyman için hazırladığı son karışımı da deneyebileceğimi söyleyince gözlerimin içi parlamış olabilir.


Karışımı ilerleyen buluşmalarımızdan birinde tanıştığım bu yeni adamla birlikte deneyimlemek istiyordum, bu nedenle doğru zaman gelene kadar bekletecektim. Kalbimi ısıtan bu masalın ardından telefonuma bakmaya karar verdim ve gelen mesajları görünce Alie’yle vedalaşarak evime döndüm.


Aşk… Beklenmedik bir şekilde hayatımı doldurmaya başlamıştı. Dilerim bu masalı okuyan ve niyet eden herkesin kalbini de ısıtmayı başarmıştır.

Comments


bottom of page